20 Haziran 2022 Pazartesi

bir sezen şarkısında kaybolmak...

Tarih; 17.6.22

Saat; 1:58

Twitter'da gece son bir bakış atmak için gezinirken, Sezen'in bir konser kaydına rastlamamla başladı her şey. Bir şarkının içinde, en çokta Sezen'in şarkılarının içinde kaybolup giderim sık sık. Eski günleri anımsarım bazen ya da gelecek günleri... Hayatımın her noktasına ait olan bir şarkısına denk gelirim mutlaka. Bu gecenin şarkısında şöyle diyor Sezen; 

"Aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var. Gitme dur daha şimdiden deliler gibi özledim."

Öyle bir şarkı ki bu; kenara, kıyıya atılmış ne var ne yoksa yıkıldı içime. Geçmişe gittim. Geri dönüşüm kolay olmadı. Hazır olmadığım ama mecburen yaşadığım milyonlarca şeyi hatırladım yeniden. Kaybettiklerimi hatırladım. Bir kez "Gitme!" demeyi ne kadar çok isteyeceğim insanları hatırladım. Yaşadığım zorlukları hatırladım. Verdiğim mücadeleleri hatırladım. Üzüldüğüm günleri hatırladım. İçimde kopan fırtınaları belli etmemek için gösterdiğim çabayı hatırladım.

Hatırladım işte...

Yarım kalmışlık hissinin ne acı olduğunu, ağlamamak için boğazına dizilen her bir düğümün nasıl nefesini kestiğini, keşkelerin iyi ki demekten daha fazla olduğunu, pişmanlıktan doğan hüznü, içimden kopup giden benliğimin her bir parçasının ne kadar büyük bir boşluk yarattığını hatırladım.

Ve her şeyin geride kaldığını hatırladım. Aslında tam olarak bu hissin, bugün beni hâlâ dim dik ayakta tuttuğunu hatırladım.

İşte bir şarkının beni oradan oraya savurduğu gecenin sonu...

Şarkının her dizesi beynimde yankılanırken uykuya dalacağım. 

30 Eylül 2019 Pazartesi

Eylül...



Her insanın hayatında önemli bir yere sahip olan bir ay vardır mutlaka. Sevdiğiniz birinin doğduğu, yaşamınıza iz bırakan bir olayın gerçekleştiği, tüm güzelliklere ev sahipliği yapan bir ay…
Ben, mevsimlerden sonbaharı, gökyüzünün bulutlarla kaplı olduğu ânları, bulutların tane tane damlalarını yeryüzüne bıraktığı, güneşin aralıklarla gülümsediği Eylül’ü severim. Eylül’de doğdum. En güzel zamanlarımda takvimler hep Eylül’ü gösteriyordu. İşte benim için anlamı çok büyük olan bu güzel aya veda vakti… Yeşilin yanına sarının iliştiği, mavinin en güzel tonuna büründüğü Eylül’e veda vakti…
Hoşça kal, en sevdiğim. Yine görüşmek ümidiyle…

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar

Turgut Uyar

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Çocuklar Gibi


Bende hiç tükenmez bir hayat vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi.
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı,
Göğsümün içinde ateş var gibi.


Bazı nur içinde, bazı sisteyim,
Bazı beni seven bir göğüsteyim,
Kâh el üstündeydim, kâh hapisteydim,
Her yere sokulan bir rüzgâr gibi.


Aşkım iki günlük iptilâlardı,
Hayatım tükenmez maceralardı,
İçimde binlerce istekler vardı,
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi.


Hissedince sana vurulduğumu,
Anladım ne kadar yorulduğumu,
Sâkinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi.


Şimdi şiir bence senin yüzündür,
Şimdi benim tahtım senin dizindir,
Sevgilim, saadet ikimizindir,
Göklerden gelen bir yadigâr gibi.


Sözün şiirlerin mükemmelidir,
Senden başkasını seven delidir,
Yüzün çiçeklerin en güzelidir.
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi.


Başını göğsüme sakla sevgilim,
Güzel saçlarında dolaşsın elim.
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim,
Sevişen yaramaz çocuklar gibi.


Sabahattin Ali




Sezen'in sesinden...



19 Ağustos 2019 Pazartesi

Dostoyevski


Sefaletle başlayan ve çıkışları kadar inişlere sahip olan bir yaşam… Dostoyevski…

Trajik bir yaşam öyküsü var Dostoyevski’nin. Bağımlı denilebilecek kadar alkole düşkün eski bir asker olan babası, önünden ekmeğini alsan sesini çıkarmayacak kadar içine kapanık olan annesiyle başlayan hayatı Zweig’in de tarif ettiği gibi üç kere büyük çıkış yaşayıp üç kere de dibe çakılışla devam etmiş...

Mühendislik okulundan mezun olduktan sonra İstihkam Müdürlüğünde çalışmaya başlamış fakat askerliği kendine uygun görmediği için bir yıl sonra ayrılıp kendini edebiyatın kollarına bırakmış. Önce çevirilerle başlayan edebi yolculuğa 1846 yılından ilk romanı olan İnsancıkları yayımlamasıyla yazarlıkla devam etmiş. Hem halk hem de eleştirmenler tarafından çokça beğenilen bu eseri ona bir nevi ismini armağan etmiş. Bu Zweig’e göre ilk çıkışı Dostoyevski’nin.

Bu şöhret oldukça kısa sürmüş. Yeniden yazmaya başlayarak aynı yıl Gogol’dan etkilenerek kaleme aldığı Öteki isimli eseri ise tam bir hayal kırıklığı olmuş. Kitap, daha önce onu destekleyen Belinsky tarafından bile beğenilmemiş. Umudunu yitirmesine rağmen şansını zorlayan Rus yazar, 1847’de “Ev Sahibesi”, 1848’te “Beyaz Geceler” ve “Bir Yufka Yürekli” isimli eserlerini yayımlamış. İçlerinden yalnızca “Bir Yufka Yürekli” isimli kitap beğenilmiş ve Dostoyevski ümidini tamamen yitirmiş. Tabi ilk çöküşte hemen ardından yaşanmış. 1849 yılında hükümeti yıkmak istediği gerekçesiyle tutuklanmış. Dört ay boyunca neyle suçlandığını bilmeden cezasını beklemiş ve bu bekleyişin sonunda da cezası en ağır olanı olmuş: kurşuna dizilmek.


Kurşuna dizilecekleri sırada ani bir kararla cezaları Sibirya’ya sürgün edilmek olmuş. Katorga denilen bu ceza ölüm cezasından sonra gelen en büyük cezadır. Bu dört yıl süren cezanın ardından er olarak orduya girmiş ve 1858 yılında son bulan bu sürgünün ardından Petersburg’a geri dönmüş.

Katorga zamanında yazmaya başladığı “Ölüler Evinden Notlar” eseriyle Rusya’yı yeniden büyülemiş. Gazetesini çıkarmış, romanları yayımlanmaya başlamış. Anlayacağınız hayatındaki ikinci sıçrama da bu zamanlarda gerçekleşmiş. Ama işler yine tersine dönmüş. Gazete kapatılmış, subay olduğu dönemde evlendiği karısını kaybetmiş, abisini ve en yakın arkadaşını da bu dönemde yitirmiş. Büyük bir borç batağına saplanmış ve isimsizliğine geri dönmüş.

Alacaklıların üzerine gelmesiyle birlikte Avrupa’ya kaçmış. Katorgadan farksız olan bu zaman diliminde “Yeraltından Mektuplar”, “Suç ve Ceza”, “Kumarbaz” gibi eserleri yayımlanmış. Stenograf olarak işe aldığı Anna Snitkin ile zaman içerisinde yakınlaşan Dostoyevski, 1866’da evlenmiş. 1868’de doğan küçük kızını soğuk alğınlığından daha üç aylıkken kaybetmiş. Bu sefaletle ve acıyla geçen yılların ardından Anna’nın desteği sayesinde borçlarından yavaş yavaş kurtulmuş.


Bu dönemde Dostoyevski’nin tek sorunu kötüye giden sağlığı olmuş. Çocukluğundan beri sara nöbetleri geçiren yazarın hastalığı her gün kendini biraz daha çok hissettirmiş. Ancak o yine de yazmaya devam etmiş ve 1879 yılında “Karamazov Kardeşler”i yazmaya başlamış. Ve 1880 yılının son aylarında kitabı tamamlayarak, yayımlatmış.

Hayatının bu üçüncü ve son çıkışını yaşadığı dönemde Puşkin’in anısına yapılacak olan konuşma görevi ona verilmiş ve onu halkının gözünde en iyi yazar yapmış. Ama hayatının üçüncü ve son çöküşü yaşanmış hiç kuşkusuz. Ölümü.

Hastalığı iyiden iyiye artan Dostoyevski 10 Şubat 1881’de hayata gözlerini yummuş. Rusya derin bir mateme bürünmüş bu ölümün üzerine. Binlerce insan Petersburg’a gelmiş ve son yolculuğuna uğurlamış günün ve geleceğin en büyük yazarını…

6 Ağustos 2019 Salı

Üç Usta "Dostoyevski"


Stefan Zweig, Üç Usta kitabında şöyle der Dostoyevski için; 
Fyodor Mihailoviç Destoyevski’den ve onun iç dünyamız için taşıdığı anlamdan layıkıyla söz etmek zor ve sorumluluk gerektiren bir şeydir; çünkü bu benzersiz cesaret ve güç, yeni bir ölçü ister. 
İlk yaklaştığında kendi içinde bütün bir eser, bir yazar bulacağı yanılgısına kapanır insan; fakat sınırsız bir şey, kendi yörüngelerinde dönen yıldızlarıyla, gök kubbelerinin bambaşka müziğiyle bir evren keşfeder. Bu âleme sonuna kadar nüfuz edebileceğine dair cesaretini yitirir akıl: İlk fark edilen, büyüsünün fazlasıyla yabancı olduğu, fikrinin sonsuzluğa doğru fazlasıyla geniş olarak kümelendiğidir; iletisi, ruhun bu yeni gök kubbede, yurdunun göklerinde olduğu gibi bir anda bulup çıkaramayacağı kadar yabancıdır. Dostoyevski, içeriden yaşamadıkça bir hiçtir.”

Dostoyevski ile ilk tanışmamız yıllar öncesine dayanır. “Yeraltından Notlar” tanışma kitabımızdır bizim. İlk okuduğumda tam kavrayamadığım bundan sebep ikinci kez okuduğum bir yapıttır ayrıca. İşte Zweig’e bu yüzden sonuna kadar katılıyorum. Dostoyevski, içeriden yaşamadıkça bir hiçtir.

Bir eseri okurken yazarı hakkında çoğu zaman bir bilgi birikimi yapmadan direkt okumaya koyulurum. Her kitap için değil belki ama çoğunluğu için yazarının hayatı da cümlelerin bir yerine sıkışmış olur. Bundan sebep yazarını anlamadan kitabı anlamak pekte mümkün olmaz. Dostoyevski ile aramızdaki ilişki işte böyle bir şey. Okuyorum ama bir yanı eksik kalarak.

Eğer Dostoyevski ile ilgili olan ve mutlaka okumalısın dediğiniz bir kitap varsa önerilerinize açığım.

Sevgiyle…