23 Ekim 2016 Pazar

Kağıt Ev


KAĞIT EV

Carlos Maria Dominguez / Jaguar Kitap
5. Baskı / Nisan, 2016

Uzun bir süredir okumak istediğim ama bir türlü bulamadığım bir kitaptı "Kağıt Ev". En sonunda Kitapyurdunda yeniden satışa sunulduğunu görünce hemen sipariş ettim. Ve okurken öyle bir sayfasına denk geldim ki... Kardeşimin bu aralar sıklaştırdığı ve çevremde ki herkesin itinayla sorduğu bir soru vardı. "Bu kadar kitabı alıyorsun, okuyorsun ama neden saklıyorsun?" diye. İşte bu kitap cevabını verdi bu sorunun. 20.  sayfası öyle güzel anlatıyordu ki...


İşte o cevap;


Sadece çok uzak bir gelecekte bana faydası olacak kitapları, genel okuma çizgimin dışında kalanları ve bir kez okuyup da yıllar boyu, belki de hiçbir zaman kapağını bile açmayacaklarımı neden evde tuttuğumu defalarca sordum kendime. Fakat, örneğin, nasıl olur da çocukluğumun birkaç tuğlasını yerinden sökmeden Vahşetin Çağrısı’ndan kurtulurum? Yahut gençliğime damgasını vuran Zorba’dan 25. Saat’ten ve kendimize bahşettiğimiz o kutsal sadakat ile en üst raflara yıllar önce, bütün halinde fakat sessiz sedasız, hediye edilmiş diğerlerinden?


Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur. Kitaplar, sanki asla geri dönemeyeceğimiz bir anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşmasıyla tutunurlar insana. Oysa orada kalmaya devam ettikleri sürece onları birbirlerine yamadığımızı zannederiz. Üstlerinde gün, ay ve yıl yazan sayısız kitap gördüm ben; gizli bir takvimi oluşturur her biri. Başkaları ise ödünç vermeden önce adlarını yazarlar ilk sayfaya, teslim edeceklerini kişiyi defterlerine kaydedip bir de tarih atarlar yanına. Tıpkı kütüphanedekiler gibi damgalı kitaplar gördüm, yahut içlerine sahiplerinin kartları yerleştirilmiş olanlar. Kimse bir kitap kaybetmek istemez. Bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz.”

Bence bu yazı bile yeterince anlatmıştır kitabı. Kesinlikle okumalısınız. Hem sayfa sayısının azlığı hem de hikayenin akıcılığı o kadar iyi ki. 


~Fuar yazısı geliyooor :)

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Bülbülü Öldürmek


Bülbülü Öldürmek

Harper Lee, Sel Yayıncılık, 13.Baskı

Irkçılık! Şu hayatta en sevmediğim konulardan sadece biri. İnsanları aslında herkes eşitken sırf ten renkleri farklı diye yargılamak, zenci diye hitap edip aşağılamaya çalışmak -ki zenci kelimesini ırkçı bir söylem olarak hala görmüyorum yani en azından kendi içimde- hem de her yaz güneşin altına malak gibi yatıp bronzlaşmaya çalışan beyaz tenlilerin aşağılamaya çalışması oldukça ironik bir mesele... Beyaz tenlilerin kral, siyah tenlilerin köle olarak görüldüğü günümüz dünyasında böyle bir kitapla tanışmak çok manidar oldu benim adıma. Aslında yıllardır elimin gittiği ama bir şekilde geri çektiğim başka kitaplara yöneldiğim bu yapıtı çok doğru bir zamanlamayla okumuşum. Artık kendi fikirlerim kendi benliğime daha çok yerleşmeye başlamışken, kendimden bir şeyler bulduğum romanlar okumak daha da çok beni tatmin ediyor...

Kitaba şöyle bir değinecek olursam; Harper Lee'nin 1936 yılında 10 yaşındayken yaşadığı hem onu hem çevresindekileri etkileyen bir olayı ana konu olarak belirlediği bir nevi otobiyografi türünde olan bu kitapta kendi doğduğu kasaba olan Monroeville'yi Maycomb diye tanıtarak yazmış. Kitabın ana konusu ise çevredeki kimsenin haz etmediği Ewell'arın asılsız bir ırza geçme suçuyla dava açtıkları Tom Robbinson'un suçsuz olduğuna inanan ve bunu kanıtlamaya çalışan Atticus Finc'in davasını ve baş karakterimiz Scout Finch'in hayatını anlatıyor. Kitaptan öyle satırlarca bahsetmek istemiyorum çünkü bu okumamış olanlara bir haksızlık olur (kendim bu tarz yazıları pek sevmem). O yüzden kısa kesmeliyim. 

Şöyle bir kitabın hayatından bahsedecek olursam; 1960 yılında yayımlanan kitap oldukça ses getiriyor ve 1961 yılında Pulitzer ödülüne layık görülüyor. 1962 yılında film olarak beyaz perdeye yansıtılıyor ve bu filmde 1963 yılında 3 farklı dalda Oscar'ı kapıyor. Eser 55 yıl boyunca Harper Lee'nin ilk ve tek kitabı unvanını korurken 2015 yılında yayımlanan Tespih Ağacının Gölgesinde kitabıyla 20 yıl sonra New York'tan Maycomb'a gelen Jean Louise (Scout) Finch'in hayatını yeniden gözler önüne seriyor... 

Ve bu yazı da benim en uzun kitap eleştirisi -her ne kadar eleştiri olmasa da- yazım olarak blogumun tarihine geçiyor...

Kısa bir süre içinde blog içeriği ile ilgili ufak bir değişiklik yapacağım ama üzerinde biraz çalışmalıyım... Sizi seviyorum :)

11 Şubat 2016 Perşembe

Nar Ağacı


Nar Ağacı, Nazan Bekiroğlu, Timaş Yayınları
14. Baskı, Nisan 2015

"Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim."

30 yıllık bir mektubun üzerindeki, belki de artık yerinde yeller esen bir adresin umut verici varlığıyla başlayan eşsiz hikaye… Trabzon’dan Tebriz’e, Tiflis’ten Bakü’ye oradan da İstanbul’a uzanan bir hayat öyküsü.

İki büyük savaşın yaşanmasıyla değişen hayatların içinde birbirlerini bulan iki aşık. Ben bu hikayeyi hayatımın tam zamanında okumuşum diye düşünüyorum. 21 Aralık gecesi başladım aslında çok kısa sürede okuyabilirdim ama bazen zorlanarakta olsa bırakmak zorunda kaldım. Uykusuz gecelere götüren, elime alınca bırakamadığım için derslerimden geri bıraktı beni. Bende haliyle ara verdim okumaya. Çok uzun süre ara verip yeniden başladım tatile girince. Ve bitirdim.

Bu hikayeyi aslında eski zamanlarda göç etmiş ailelerin torunları okumalı. Bende hep bu hisle okudum. Yıllar önce mübadele ile İstanbul’a gönderilmiş dedelerimin asıl memleketi olan Selanik’e gidip, belki bir tanıdık belki de bir akraba bulmak ne kadar güzel olurdu. Onların yaşadığı evlere girmek, onların geçtiği sokaklarda adım atmak sanırım herkesin isteyeceği bir şeydir. Lakin şimdi orada eskiden bir iz bulmak eminim ki çok zor olacaktır. Onun içinde zor oldu bu yolculuk. Rüyalarında fotoğraf karelerinde kaybolmak bile sanırım aşırı derece de mükemmel bir his olmalı.

Nazan Bekiroğlu’nun çok güzel ve akıcı bir kalemi var. En yakın zaman da diğer kitaplarıyla da tanışacağım. Ama içimden bir his Nazan Bekiroğlu’nu en güzel kitabıyla tanıdığımı söylüyor bana. Bir sabah okula giderken metrobüste tanışıp sohbet ettiğim ve Nar Ağacı’nı tavsiye eden Kerem Şen’e teşekkürü bir borç bilirim.

Bir fotoğraf karesinde kaybolmayı, geçmişe doğru bir yolculuk yapmayı ne kadar çok isterim…

30 Ocak 2016 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna


Dikkat bu bir eleştiri yazısı değil, duyguların dışavurumudur!

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, 
65. Baskı, Mayıs 2014

"Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzüm bile görmeden, meydana çıkıyordu."

Bazı kitaplar ikinci kez hatta üçüncü, dördüncü kez okunduğunda daha da değerli oluyor. Kürk Mantolu Madonna bir kez daha içime işledi. Yavaş yavaş okudum. Raif Efendi’nin kara kaplı mektep defterini okumaya başlamadan önce kapadım kitabın kapağını. Bekledim. İlk okuyuşumda ne hissettiğimi hatırlamaya çalıştım ama yapamadım. Sanırım ‘ne olacak’ hevesiyle okumaktan en değerli yerleri kaçırmışım. Tekrar okumaya başladığımdaysa cümlelerin nasıl akıp gittiğinin farkına bile varamadım. Hem bir parça kendimi buldum hem de Raif’e de Maria’ya da ara sıra kızdım.

Peki ya bu denli değerli bir kitap niçin şimdi bu kadar popüler oldu. Hak ettiğini almak için neden bunca uzun yılların geçmesini bekledi. Hepiniz aynı şeyi söylüyorsunuz duyuyorum.

Çünkü artık sosyal medya denen bir oluşum var ve ben bu kitabı okuyan herkese hayranım J


Keyifli günler sizin olsun yarın görüşmek üzere (el sallayan kız emojisini buraya eklemeliyiz bence ;) )